29 Temmuz 2007 Pazar

Yangın merdivenlerinde

Yangın merdivenlerinde karşılaştığın
o yüzü unutamazsın,
unutamazsın eline köz tutuşturanı
ve kaybolanı alevlerin ve dumanın arasında.

Yangın merdivenlerinde karşılaştın onunla.
Bundandır unuttuğun
kimin başlattığını yangını,
kimin körükleyip üflediğini.

Bitimsiz sandığın yangın sonrasında
derin bir yara
anıların beyaz duvarında.
02 Ağustos 2003

Doğum Günü Hediyesi (Buzdan Heykel / Umarsız Aşk Öyküleri kitabından)

Telefon zili çaldığında C heyecan içindeydi. Öyle ya o gün onun doğum günüydü ve sevgilisi D onu arayacak, buluşacaklar ve birlikte bir yerlere gideceklerdi. Yüreğinin atışı hızlandı, soluk soluğa telefonun almacını eline aldı.
Evet yanılmamıştı, arayan D idi
-Sana bir süprizim var, dedi D.
C merak içindeydi, bir çocuk şımarıklığıla
-Ne olur söyle, ne tür bir süpriz bu? diye sordu.
D sesinde bir gizemle yanıtladı.
-Ne olduğunu söyleyemem, ama küçük bi ipucu verebilirim; aşkı en iyi anlatan bir şey düşün. Eminim ki bu bugüne dek aldığın en anlamlı hediye olacak.
C telefonun almacını yerine koyduğunda sevinç içindeydi. İlk kez sevgilisinden bir hediye alacaktı ve sevdiği adam bu hediyenin aşkı en iyi anlatan bir şey olduğunu söylemişti.
Aşkı en iyi ne anlatabilirdi ki? Tabi ki çiçekler... Yüreğinin kapısını ardına kadar açtığı adam ona kocaman bir buket çiçek getirecekti mutlaka. Acaba hangi çiçekleri seçerdi o? Güller, karanfiller, laleler, gelincik, menekşe ya da papatyalar... Kendisi neyi seçerdi aşkı temsil edecek çiçekler olarak? Elbette ki kır çiçeklerini...
Belki de D ona çiçek değil de başka bir şey verecekti. Belki bir ayna, odasının duvarına asacaktı, sevgilisi ile birlikte bakacaklardı aynaya, ikisinin de yüzünde aşkın verdiği mutluluğun ışıması yansıyacaktı aynadan. Belki de bir fotoğraf albümü olacaktı bu, mutlu anlarının fotoğraflarını koyacaktı içine; yanyana, kucak kucağa ikisi de gülümsüyor olduğu fotoğrafları... Belki de yüreği yumuşatan dizelerin yer aldığı bir şiir kitabı...
C bu hediyenin neler olabileceğini mutluluk içinde düşleyerek geçirdi saatleri. Kapı çalındığında bu düşlerden uyandı ve sevinçle kapıya koştu.
Oydu, D elinde bir paket, gülümseyerek kapıda duruyordu. C sevinçle sarıldı D’ye. Küçücük kollarını o geniş gövdeye dolamak, içindeki sıcaklığı ona aktarmak istedi.
-Seni öyle özledim ki, iyi ki geldin.
Sonra sevdiğini elinden tutarak içeriye sürükledi. Birlikte kanepeye oturdular. C D’ye sarıldı sımsıkı. Başını onun omuzuna koydu ve gözlerini kapattı. Bir süre ikisi de konuşmadan kaldılar.
Bu sessizliği D bozdu.
-Hediyeni vermeliyim, dedi ve paketi C’ye uzattı.
Bu üzeri gül resimleri olan bir kağıtla sarılı, kalın bir sözlük büyüklüğünde bir paketti.
C yüzü sevinçten kıpkırmızı, heyecanla paketi açmaya çalışıyordu. Önce kağıdı yırttı, altından bordo kadife kaplı kutuyu görünce heyecanı daha da arttı. Bu belki de bir takı, bir taç, elmas, belki de inci bir gerdanlık... “Yok yok” dedi kendi kendine. “Elmas da istemem, inci de. Sevginin parayla ifadesi olamaz asla.”
Merak içinde kutuyu eline aldı ve usulca kapağını kaldırdı ve kutunun içinde bir yürek büyüklüğündeki hediyeyi, yani yanan közü gördü. Bu onun beklentilerinin öylesine dışında bir şeydi ki o an şaşkınlıktan donakalmıştı sanki.
D de heyecan içindeydi.
-Eline almayacak mısın onu? diye sordu.
C gözlerini közden ayıramıyor, büyülenmişcesine bu kızıl kora bakıyordu. D’nin söylediğini duyup duymadığı belli değildi. İçten içten yanan kıpkırmızı köz gözlerinin önünde büyüdükçe büyüyordu.
-Eline almayacak mısın onu, diye tekrarladı D.
C hipnotize edilmişcesine elini kutunun içindeki bu ateş parçasına uzattı ve onu avucunun içine aldı. Köz tenini yakıyor, ama o yine de onu elinden yere bırakmıyor, bırakmak istemiyordu. Öyle ya, bu “aşkı en iyi ifade eden” hediye değil miydi? Hem de sevdiğinin verdiği hediyeyi geri çevirmek, almamak olur muydu?
Ama köz elini yakıyor, acı bütün bedenini dağlıyordu. Fakat C bu acıdan kurtulmak yerine, bir boyun eğmişlik, bir kabullenmişlikle yukarıya dönük avcunun içindeki köze kaçınılmaz, kendi varlığının bir parçası, bir zorunlulukmuş gibi bakıyor, gözlerini bu yanan nesneden ayıramıyordu. Öylesine büyülenmişti ki bu közle, sevdiğinin yanında olduğunu bile unutmuştu.
-Bugün senin günün. Görmek istediğin bir yer varsa birlikte gidebiliriz.
D’nin sesiyle irkildi birdenbire. Evet, D, onun sevdiği, ona birlikte gidebilecekleri yer olup olmadığını soruyor.
C başını kaldırıp D’ye baktı. Öyle şaşkındı ki, sanki D’nin yanında olduğunu unutmuştu.
-Görmek istediğin bir yer varsa birlikte gidebiliriz, diye tekrarladı D.
C elindeki közden güçlükle uzaklaştırabildiği bakışlarını D’ye çevirdi.
-Gerçekten bir yerlere gidebilir miyiz? Gerçekten beni istediğim yere götürecek misin? diye sordu bir tür inanmazlık içinde.
-Tabi ki götüreceğim, bugün senin doğum günün.
C usulca, kelimelerin üzerine basa basa tekrarladı.
-Bugün benim doğum günüm.
Sonra bu dalgınlıktan sıyrılarak
-Öyleyse beni deniz kenarına götür, denizi görmek istiyorum.
D biraz itiraz edecek gibi oldu
-Ama biliyorsun daha Mart’ın başındayız, şimdi deniz kenarı çok soğuktur.
-Ben üşümem, sen de sıkı giyinirsin.
Sonra arabaya binip yola çıktılar. Şehrin kalabalık yollarını geride bıraktıktan sonra arabayı bir yarımadaya doğru sürdü D. C ise közü avucunda özenle tutuyor, bir yandan da okyanusu ve sahil boyunca uzanan ağaçlar arasındaki evleri seyrediyordu. D arabayı sürerken yıllar önce bu yarım adaya bir başka kadınla birlikte geldiklerini anlatıyordu. C onun anlattıklarını dinlerken köz elinin derisine işliyordu. Acı onun dayanma sınırının çok ötesindeydi, ama C acısını mümkün olduğunca gizlemek istiyordu sevdiğinden. Öyle ya, sevgilinin verdiği doğum günü hediyesinden şikâyet etmek olur muydu?
Araba sahile paralel yolda kayarcasına ilerliyordu. C pencereyi hafifçe açtı. İçeriye dolan rüzgar, D’nin söylediklerini arabanın içine dağıtırken C’nin elindeki köze bir körük etkisi yaptı ve daha da alevlendi köz.
Adanın ucuna kadar gelmişlerdi artık. D arabayı bir kenara park etti ve ikisi de arabadan indiler ve yarımadanın denize uzanan uç kısmına doğru yürümeye başladılar. Kayalıklı kıyıda ilerlerken C elindeki közü düşürmemeye gayret ediyordu. Bir kayadan öbürüne atlarken, kimi zaman dengesini kaybedecek gibi olmasına karşın yanan koru söndürmemeye özen gösteriyordu. Sonunda adanın en uç noktasına uzanan kayalığın hemen ardındaki küçük koya ulaştılar. C derin bir nefes aldıktan sonra dalgaların erişemediği kayalardan birine oturdu, D de onun hemen yakınındaki bir kayanın üzerine.
C dalgaların kayalarda çatlamasını seyrederken, sanki kendi kendine konuşuyormuşcasına
-Doğum günü hediyesi için çok teşekkürler. Gerçekten de bu benim bugüne dek aldığım en anlamlı hediye oldu, dedi.
Bunları söylerken de gözlerini için için yanan közden ayıramıyordu.
D bir şeyler söylemek istedi ama o anda C’de çok farklı bir değişimin olduğunu görünce sustu. Şaşkınlıkla C’ye bakıyor ve gördüklerinin bir yanılsama ya da gerçek olduğunu ayırt edemiyordu. İşte karşısında duran, onu seven, hatta bu sevgiyle onu ürküten kadın giderek avucunun içinde tuttuğu köze dönüşüyordu. Önceleri bir yumruk, bir kalp büyüklüğünde olan köz giderek büyümeye, C’yi yutmaya başlamıştı.
Bir süre sonra bu büyüme tamamlandı ve C kocaman bir köz parçasına dönüştü. Orada, D’nin az ilerisinde, bir kayanın üzerinde, için için yanan bir köz parçası...
18 Mart 2003