19 Ekim 2008 Pazar

Umut ne işe yarar?

Z Teyze’ye kanser teşhisi koyulalı neredeyse altı ay oluyor. Rahim kanseri. O kadar çok geç kalınmış ki, doktor onu ve çocuklarını azarlamış “bu zamana kadar neredeydiniz” diye. Şimdi kanser akciğeri sarmış. Z Teyze dertli ama umutlu. Hiç sözü edilmeyen ölüm çok yakınında olmasına karşın onun hiçbir korkusu yok. Ona söylenen “moralini iyi tutar, kendine iyi bakarsan bir şeycikler olmaz” sözlerine inanmış. Gerçeği bilmemenin verdiği kör iyimserlik! Kanseri bilmiyor, kendine söylenen sözlerin birer avuntudan başka bir şey olmadığını düşünemiyor. İyileşmeyi umuyor. Biriktirdiği paralarla kendine altın küpe almayı düşünüyor. Halı mağazalarından 10 ay taksitle halı alıyor. On ay yaşayacak mı belirsiz.
Gerçeği tam olarak bilseydi yine aynı şekilde umutlanabilir miydi? Bilseydi, belki de kalan günlerinde her an ölümü düşünmeye katlanamaz, her gün ölümü beklemek onu iyice çökertir, kanserden değil de, ruh çökkünlüğünden giderdi.
Biz insanlığın gerçekler karşısındaki durumu da bu. Gerçeği tüm boyutlarıyla bilsek ve bu korkunç dünyanın değişeceğine hiçbir umudumuz olmasaydı Pearl S. Buck’ın Türkçeye Vahdet Güntekin’in “Akrabalar” adıyla çevirdiği romanındaki Peter gibi gerçeklere katlanamaz, dünyayı, bir anlamda kendimizi de yok etmek için çılgınca düşüncelere saplanıp kalırdık.
İnsanlık tarihini şöyle bir gözümüzün önüne ana hatlarıyla getirdiğimizde umudun ne kadar önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Hayatımızın en karanlık döneminde ya da toplumsal olarak en karanlık dönemlerde hep o umut denilen dala tutunuruz. Her dönemde birileri gelecek güzel günler için mücadelede hayatından olur.
Çoğunluk umudu ilerde yaşayacağımız bir güzellik, bir beklenti olarak kabul eder. Bu bir anlamda insanın ya da toplumların zor dönemlerinde bir tansık beklemesi gibi bir şeydir. Yüz yüze olduğumuz engeli aşıp, mutluluğa ereceğiz inancıyla katlanırız en kötü koşullara. Romanlarda ve filmlerde hep mutlu son aramamız da bu umut gereksinmemizden doğmuyor mu?
Peki, nedir bu tutunduğumuz dal, nedir bu beklediğimiz ışık? Gerçekte böyle bir dal ve ışık var mı, yoksa bu bir yanılsama mı? Nedir bu umut? O her darda kaldığımızda, her kara gün içine düştüğümüzde medet umduğumuz, bir kurtarıcı olarak sarıldığımız duygu nedir aslında? Gerçek bir doktor, bir kurtarıcı mı, yoksa bir yanılsama, kendimizi aldatma mıdır?
Goethe Clavigo adlı oyununda “Umut! Ah, hayatın birici tatlı merhemi…” der.
Nietzsche ise “İnsanca, Pek İnsanca” adlı kitabında umudu Pandora’nın kutusunda kalan son kötülük olarak tanımlar.
Ben ise genel inanışın tersine kendimi Nietzsche tarzı bir karamsarlığa daha yakın buluyorum, ondan bir adım daha beride. Umudu kötülük olarak değil, insanların kedi kendilerini aldatması olarak görüyorum. Umut, gelecekten güzel şeyler beklentisi, olmayacak, olduğunda ise beklediğimiz güzellikler yerine daha farklı acılarla karşılaşacağımız durumların hayali… Genç kız âşık olduğu adamla evlenmek ister. Ona göre evlenince mutlu olacaktır. Evlendiğinde olacakları bilebilseydi acaba âşık olup mutlu olmayı umut edebilir miydi?
Umut kimi zaman da biz zavallı ve çaresiz varlıklara, insanlara, evrenin aklımızın alamayacağı derecede büyüklüğü ve içinde bulunulan koşulların korkunçluğu karşısında sığınılan bir mağara ya da bu korkunç gerçekleri bize daha güzel gösteren yalancı bir gözlüktür.
Felsefe tarihinin temel sorunlarından bir olan dış dünyanın bizim bilincimizden bağımsız olup olmadığı ve bu durumu kabullenip kabullenmememiz sorununda düğümlenmektedir umut kavramı. Dışımızda bir dünya, bir evren var. Kendi kişiliğimizden başlayarak evrenin sonsuzluğuna ve o korkunç değişimine baktığımızda ne kadar sınırlı bir konumda olduğumuzu görürüz. Big Bang’den başlayarak o korkunç patlamalar, milyonlarca galaksinin oluşumu, milyarca yıldızın, sayılamayacak kadar gezegenin oluşumu ve bu oluşumlar ve onu izleyen çöküşlerin korkunç gücü karşısında bizim insan olarak sınırlılığımız…
Milyarlarca yıl önce ateşten kaya kütlesi olan bu dünyada bir evrimleşme sonrası ortaya çıkan biz insanlar, bir yanıyla yepyeniyizdir, bütün dünyada var olan varlıklardan daha güçlü görünürüz, bir başka yanıyla ise öylesine zayıf ve çaresiz bir durumdayız. Evrenin kendisi ve hayat bir savaştan ibarettir ve bu savaşta güçlü olan daima güçsüz olanı ezmekte yok etmektedir.
Bu güçlü durumumuz sadece başka varlıklara karşı değil, kendi içimizde de farklılıklar ortaya çıkarır. Kimi gruplar, kimi klanlar, uluslar bir diğerine karşı daha güçlüdür. Ama bütün bu güçlü oluşlarımız da gelip geçici ve görecelidir. İnsanlık henüz büyük doğal felaketleri alt edecek güçte değildir. Daha yeni Cin depremi binlerce insanın ölümüne neden oldu, binlercesini de evsiz bıraktı. Daha yeni Myanmar’da tayfun binlerce insanın ölümüne neden oldu.
Ayrıca insan ürünü felaketler var, savaş gibi. Irak savaşı, Darfur, Afganistan savaşları her gün gazetelere ölüm haberleriyle yansıyor.
Bir de bireysel acılarımız var hastalıklarımız, hayal kırıklıklarımız, aşk acılarımız, kariyer edinmek, zengin olmak hırslarımızın tatmin edilememesi nedeniyle duyduğumuz acılarımız.
Dahası bir gün ölecek olmamızın hep ertelediğimiz, altlara gömdüğümüz acısı var.
Acılı dönemlerimizde hep bu dönemlerin geçeceğini, acısız, sorunsuz bir dönemin geleceğini düşünür, dahası isteriz. İşte bu umuttur. Bu kötü ve acılı anlar geçecektir, yerini mutlak mutluluk dolu günler alacaktır, Toplumsal düzen bozuktur, ama ilerde tıkır tıkır işleyen, herkesin özgür ve eşit olduğu bir düzen gelecektir. Aşk acımız dinecek, sevdiğimiz adam ya da kadın bizi bizim istediğimiz şekilde ve yoğunlukta sevecektir. Hastalıklarımız iyileşecek, biz tahmin edemeyeceğimiz kadar uzun yaşayacağızdır.
Gerçekte umudun o anki acıları hafifleten bir ağrı kesici olmanın ötesinde başka bir etkisi var mıdır? Ağrı kesici aldığımızda o andaki acımız hafifler ve biz normal yaşantımıza döneriz, böylelikle yeniden yaşamımızı sürdürecek enerjimiz yerine gelir. İşte umudun bize sağladığı yarar bu.
Sadece bu.
Yoksa evrenin o büyük galaksileri doğuran ve onların sönüp yok olmalarını sağlayan gelişimine hiçbir etkisi olmadığı gibi, içinde bulunduğumuz toplumlar da iyi ve kötü yanlarını içinde barındırarak, çoğunlukla da kötü gördüğümüz yanların egemen olmasıyla devam eder. Bir devlet batar, bir başkası doğar, bir dönem egemen olan, sonradan sömürge haline gelir. Bünyemiz de hastalıklara teslim olur ve sonunda ölür gideriz. Başka çocuklar doğar, onlar da aynı yolu değişik çizgide izleyerek bizim peşimizden gelir.
Umut dışında gerçeğe katlanmanın bir başka yolu daha vardır, bu da katlanılması oldukça zor, bilgelik gerektiren bir yoldur. Gerçi bu umudun yarattığı uyuşturucu etkiyi yapan bir yol değildir, tersine, ağrı ve acıya karşı hiç ilaç almadan, onu olduğu gibi kabul ederek katlanmaktır bu.
Yani hayatın gerçeklerini bilerek onu kabullenmek… Dünyamızın bir gün yol olacağını bilimsel olarak bilmek gibi, kendimizin öleceğimizin bilincinde olmak ve bundan korkmamak gibi, içinde bulunduğumuz toplumun bir gün değişeceğini, ama bu değişikliğin de bugünkü toplum kadar kötü yanları içinde barındıracağını bilmek gibi.